Patlamış Mısır Kokusu – Fatma Ayhan “Sokak” Öyküleri

Patlamış Mısır Kokusu – Fatma Ayhan “Sokak” Öyküleri
Turgutreis Kurs_Ugur Kurs Kazandirir_Banner_6-8-2024
vodafon_içkale_19_şubat_2024
Gümüşlük Festivali Bananer 2 Temmuz 2024
previous arrow
next arrow
Yayınlama: 18.09.2024
115
A+
A-

Temmuzun son haftası bir akşam vakti, daha doğrusu gecenin onu, tezgâhın üstünde duran mısır paketlerini görünce, patlamış mısır çekti canımız. Kendime kalsa hayatta yapmam, üstelik bu saatte ama isteyen torun olunca öncelikler değişiyor.

dorman-otel-17-eylül-2024
bodrum-sokak-haber-youtube-abone
vodafon_içkale_19_şubat_2024
previous arrow
next arrow

Tencereye biraz zeytinyağı biraz tuz koyup, dibini kaplayacak kadar mısırı döktüm şıkır şıkır, gözüme az geldi bir avuç daha ilave edip kapağı kapattım. Arada bir sallayıp bekliyorum nihayet kapağa çarpan ilk mısır tanesinin pıt sesi, hemen arkasından diğerleri yarışa katıldılar, kapağın kenarından çıkan o dayanılmaz koku önce mutfağı dolandı, kapıdan evin diğer odalarına ve pencereden sokağa taştı.

Yine aynı koku, yanında susam kokusu da var. Bir kış günü hava kararmış arkadaşımın evine gidiyorum ders çalışmaya, hava çok soğuk annem nasıl izin verdi bilmiyorum. Karanlık olunca biraz korktum, koşarsan köpekler peşine takılır sözü kulağımda, koşmuyorum ama hızlı yürüyorum, bir yandan yüzüme soğuk rüzgâr çarpıyor, içimden terliyorum. İşte dere göründü üstündeki köprüyü geçince iki adım ötedeki ev. Dış kapı her zaman ki gibi kilitli değil, kapının arkasındaki ahşap merdiveni tırmanırken biraz ilerde yatan at kıpırdandı, merdivenin başındaki odadan neşeli kalabalığın sesi geliyor.

Kapıyı açınca yüzüme vuran sıcaklıktan anladım, dışarının ne kadar soğuk olduğunu. Ocağın ortasında iki kocaman kütük çıtır çıtır yanıyor. Arkadaşımın annesi Gülsüm teyze o kocaman cüssesi ve güler yüzüyle köşe minderine oturmuş bir yandan misafirliğe gelen komşularıyla konuşuyor bir yandan büyük kızı Neslihan ablaya kaş göz işaretleriyle emirler veriyor. Biz arkadaşım Fadime’yle gaz lambasının asılı olduğu köşeye çekilip defterlerimizi çıkardık, başımız defterin üstünde ama gözümüz kulağımız diğer tarafta. Ortaya bir sofra bezi serildi üstüne bir kasnak ve kocaman bir sini kondu, Gülsüm teyzeyle iki komşusu sofraya yanaştı sofra bezini dizlerinin üstüne çekip oturdular. Komşunun kızı, Neslihan ablanın arkadaşı Emine abla, bir torbanın içinde dışarıda kırdığı cevizleri onların önüne döktü. Üç kadın cevizleri ayıklarken Neslihan abla elinde kalbur, içinde mısır ocağın önüne geldi, ateşin üzerinde kalburu sallaya sallaya mısırları patlatmaya başladı, mısırların kokusunu duyunca biz defteri kalemi bırakıp sofradaki yerimizi aldık. Ocağın yanında bir tavaya konmuş kavurgalık buğday sırasını bekliyordu. Mısırlar tepsiye döküldü, hemen odunların üstüne sacayağı kondu, buğday kavruldu genişçe bir sahana kondu.” Hani bunun susamı” dedi Gülsüm teyze, hemen biraz susam kavrulup üstüne döküldü susam, mısır ve buğdayın kokusu odanın her yanına, üstümüze başımıza sindi. Bir yandan kuru incir, üzüm, pestil, ceviz ve badem tabakları da sini de yerini aldı.  Herkes sofraya oturdu, eller önce hangisinden başlayacağını şaşırdı. Benim favorim incir ve cevizdi, incirin içine bir kere ceviz, bir kere susam koyup yerken karşıdan mısırın kokusu o kadar yoğun geldi ki elimi tabağa uzatırken anneanne yanıyor sesiyle kendime geldim. Mısırların sesi bitmişti ocağı kapatıp kapağı açınca sonuncu mısır tanesi dışarı kaçtı.

Elimizde mısır tabakları televizyonun karşısına geçtiğimizde, aklım yine o soğuk köy akşamına kaydı çok eğlenmiştim o gün. Fadime’nin babası Ahmet amcanın şakaları, fıkraları taklitleriyle o kadar çok gülmüştük ki dersi unutmuştum. Unuttuğum sadece ders değildi, eve nasıl döndüm, kim beni almaya geldi, havanın soğuğuna ne olmuştu, bunlara dair hiçbir kayıt yok, orada o odada ve sofrada oturduğum zamanın kaydı hala çok net.

Şimdi çocuklar patlamış mısırı sinemanın mütemmim cüzü olarak biliyorlar, ellerinde mısır paketi olmazsa film seyredilmeyeceğini sanıyorlar.

Sabah barbunya ayıklarken de buna benzer bir şeye takılmıştım.  Halamın Menderes kenarındaki tarlasındayım, onlar yaz boyunca bu tarlada yaşıyorlar, yanlarında eniştenin kardeşi ve bir veya iki kişinin tarlası daha var. Arada pamuk çapası için köyden gelenler sayılmazsa yaz boyunca 10, 15 kişinin dışında görüşecek kimse yok. Kışlıklar hazırlanırken kadınlar toplanıp işleri hep beraber yapıyorlar. Böyle günlerden birinde, halamın eltisi Ümmü teyzenin evinin önüne serilen bir örtünün etrafında toplanmış, kabukları kurumuş fasulyeleri ayıklıyoruz. Ellerim fasulyede olsa da gözümü Ümmü teyzeye dikmiş, bir gün önce halamın başka bir kadınla konuştuğu “onun gözü çok kuvvetlidir, baktığı şeye gözü değer, bir keresinde karşıdan gelen bir atlıya gözünü dikmiş, atı adamla birlikte yere düşürmüş” sözü kulağımda o gözü incelemeye çalışıyorum. Bir yandan bana da öyle bakarsa diye korkuyorum o bana bakınca hemen gözümü başka yöne çeviriyorum. “Yok yok bana yapmaz ben akraba sayılırım” diye içimden geçirirken okulda aynı sınıfta olduğum Ümmü teyzenin kızı Ayşe “bir şey buldum” diye heyecanla bağırmaya başladı. Hepimizin gözü Ayşe’nin eline döndü, kimi kırmızı noktalı, bazısı tamamen kırmızı, fasulyeye benzer bir şey vardı elinde. Biz de heyecanlandık birer tane alıp incelemeye başladık “anaam neyki bu” dedi halam “ayırın da tohumluk olsun seneye eker bakarız nasıl bir şeymiş” dedi Ümmü teyze.

Ben elimdeki fasulyeye bakarken çoktan onu evin önüne ekmiş, çatıya kadar tırmanmasını bekliyorum ona tırmanıp çatıdan sonra başka dünyaya geçeyim diye, beklemeyip geçtim bile hatta kendimden bile geçmişim ki Ayşe’nin sen de ver elindekini sözüyle kendime geldim. Bir kırmızı fasulye tanesinin çok büyük bir keşif gibi hepimizi heyecanlandırdığına, animasyonu yapılıp oyun sitelerine konmadan hangi çocuk inanır. Bu arada yıl 1960 olabilir çünkü okuldaki kitaplığı ikinci sınıfta bulmuş ve sihirli fasulye masalını yeni okumuştum,  keşfettiğimiz şey de daha sonraki yıllarda adını öğrendiğim barbunyaymış.

Eskiler çok güzeldi güzellemesi yapmak değil amacım, o günün de bu günün de farklı güzellikleri var. Çocuklar şimdi keşiflerini bir ekranın üzerinde parmaklarını gezdirerek hızlıca ama hiçbir şey hissetmeden yapıyorlar, biz dokunup, hissedip hayal kurardık, bizim adımıza hayal kurup geliştirip parmaklarımızın ucuna sunan bir sistem yoktu.

Elektrik yoktu deyince gerisini saymama gerek yok, testiler akşamdan doldurulup pencere önlerine konur ki hiç değilse öğleye kadar soğuk su içilebilsin. Ama erken kalkıp incirleri hava ısınmadan toplamak gerektiğini, o doğal soğukluğun tadını ve ağaçta olgunlaşmış bir şeftaliyi sadece ağzınla değil, yanaklarınla, burnunla, suyunu dirseklerinden akıta akıta yemenin keyfini öğrenmiştik. Birde Menderes nehrinden taşınan, içme suyu dâhil her şey de kullanılan suyun idareli kullanılması gerektiğini çok iyi öğrenmiştik.

Bugünden ve bugünün koşullarını düşünerek baktığımızda nehirden su içmek ne kadar tehlikeli, hiç olmayacak bir şey gibi geliyor. Başka su kaynağı olmayınca tarlanın nehire yakın olması bile sevinmek için bir sebepti.

Köydeki bağ ve bahçelerde, biraz uzak ta olsa içme suyuna ulaşılabilmesine rağmen, öbür halam erken kalkar, üzüm bağının hemen altından geçen dereden biraz su doldurur, sabah daha kimse geçmemiştir üstünden diyerek, kendini ve biz çocukları kandırırdı.

Bir mısır kokusundan, barbunyadan Menderes nehrine nasıl geldim anlamadım. Birkaç kişinin el ele tutuşup birbirlerinden güç alarak, küçük çocukları sırtlarında, nehrin karşı kıyısına geçerken ki görüntülerine dalmak istemiyorum. Onları Menderesin üzerine sonradan yapılan köprüye çıkarıp, elimi başka bir anı’nın kahramanı yakalamadan, kalkıp sehpanın üstüne bırakılan patlamış mısır tabaklarını toplayıp yavaş yavaş mutfağa doğru yol alayım.

Senaryosunu kendi yazdığım filmi izlemekten karşımdaki filmi de izlememişim zaten.

dorman-otel-17-eylül-2024
Turgutreis-Uğur-Kampus_12 Temmuz 2024
previous arrow
next arrow
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.