Market Hikâyeleri
Bir dönemeci dönmeye karar vermek mi hayatı belirleyen yoksa dönmemek mi, olduğun yerde oturup öylece hayatı seyretmek m? Gelip geçen, dönen dönmeyen şeyleri izlemek de, belirler mi acaba hayatın yönünü? Yoksa o bekleyen olduğu yerde duran mı etkiler diğerlerinin hayatını?
Ona rastladığı için şanslı, onu gördüğü için şanssız mı olur insanlar. Dönemecin görünmeyen yüzünde güzel şeyler olduğunu düşünmek mi korur insanı. Yoksa hep kötülükler beklemek mi tedbirli, korkak, umutsuz, yarınsız bırakır.
Yarın nedir ki?
Bildiğin, bilemediğin,
Beklediğin, hep beklediğin belki bir gün gelecek midir, gelen midir hiç gelmeyecek midir? Onu da bugün mü belirler dünü belirlediği gibi.
Bu gün nasılsa, dünde öyle yer alacak
O zaman bugünü kurtarmalı
Bugün güzel bir gün olsun. Dileğiyle başlattığım bir günün sabahında, marketi şöyle bir gözden geçirip buradan güzel hikâyeler çıkacak notunu düşmüşüm bakkal defterinin bir köşesine.
İşe o Hissi Kayıtlardan bazıları.
–“Çabuk bitiriyorsunuz”
“Ooo biz bunun gibi iki inşaat bitirirdik bu sürede ama inşaatın mimarı mühendisi yavaş. Banyonun mutfağın fayansını bitiriyoruz mimar geliyor, plan değişti kırın yeniden yapıyoruz deyince sil baştan yapıyoruz”.
Genç, saç sakal uzamış, üzerinde kireç ve harç kalıntıları olan bozarmış lacivert bir kazak, yer yer yırtılmış eski bir kot pantolon (o zamanlar yırtık kotlar henüz moda olmamış), ayağında siyah lastik ayakkabılar. Kaç gündür hava yağmurlu yol çamur içinde, yoldaki çukurlara düşen her araba lastiği, etrafa su değil çamur sıçratıyor.
“Abla ayaklarım çamurlu, ben içeri girmesem de sen versen kapıdan”.
“Gir gir bir şey olmaz yine temizleriz”. Çekinerek girmişti ilk gün, kocaman ellerinde çimento harç artıklarıyla 5 simit, 5 bardak birde bir buçukluk kola. Hemen kolanın kapağına bakmış tuh be yine bedava yok demişti. Sonra ceplerini karıştırmış sigara yok ama sonra alırım deyip çıkıp gitmişti.
Sonraki gelişinde, “ben Orduluyum abla, benim akrabalarım sarıanada oturuyor, orada sizden birinin marketi varmış, onlardan alış veriş yapıyorlar. Bizde yamuk yok abla sözümüzü tutarız ”deyip aldıklarını masanın üzerine koydu.
“Bunları bana yazar mısın”?
“Peki yazalım”.
“Bak abla yaz oraya Mehmet, Ordulu Mehmet de biz Karadenizliyiz öderiz”.
“ Tamam, Mehmet yazdım”.
Ondan sonra alıştı, karşıdan iki yana yaylana yaylana gelirken, kafasını bir yana eğer, ağzına sığmayan dişleriyle kocaman güler, “nasılsın abla iyimi sin” der, “bak abla, kaç simit aldıysam o kadar bardak, kola, birde sigara, önceki hesabı bi silelim, yanlışlık olmasın, sil abla sil sil”.
–Ayak sürüme sesinden gözü kapalı bilirim onun geldiğini. Kabanın kolları uzun, yaka arkaya kaymış, önü açık göbek dışarda. Gelir tam masanın önünde durur, ağzını hiç sigarasız görmedim, sigaranın külünü silkelediğini de upuzun küllü sigara onun yüzünün bir parçasıydı adeta.
Anlaşılmaz bir ifadeyle bi sigara der, ben ezberleyince onu da demedi, parayı verir sigarayı ve para üstünü alır yine ayaklarını sürüyerek gider.
Biraz sonra karşıdan geldiğini görürüm, kendi kendine gülerken bile sigara ağzında ve külü ucundadır. Sanki başka dünyalardaki sohbetinden dudağının kenarına takılı kalmış bir gülüşle, elinde cumhuriyet gazetesi,( gazeteyi görmesem dediğini anlamam mümkün değil). Parayı uzatır, yine aynı sessizlikle çıkar ve ben onu ayak seslerinden yandaki kahveye kadar takip ederim.
–Deftere yazdırma hikâyelerinin çok renkli kişilikleri vardır. Yaz kış bisikletle dolaşan her bulduğu demir parçasını kâğıdı toplayan, başında siyah bir bere bazen saçlı sakallı, bazen traşlı çok konuşan Fikri:
Daha kapıya gelmeden dışardaki sandalyeyi, cips standını düzeltir, ekmek dolabını açık bırakmışlar kapattım der, içeri girer “ablam benim ablaların bir tanesi çok iyi gördüm seni, sen bütün ablaların en iyisisin” diye başladıysa, yazılacak. Üstelik bunların içinde temel ihtiyaç malzemesi dışında bir şeyler de olacak demektir.
Anlaşmamızın dışındakini en sona koyar “bu seferlik bunu yazalım ablam” der yazarız, çıkışta anneliğe terfi ederim “Sen benim anamsın, seni sevmeyen ölsün” serenadıyla bitiririz. Gecikmeli de olsa borcunu öder, dışarda bulduğu kendince ilginç olan bazı şeyleri getirir, “ihtiyacın varsa al helal olsun, gece ben buraya göz kulak olurum sen merak etme” der. Yine de dışardaki masa ve sandalye gece kaybolur.
–Poşete 2 ekmek bir yoğurt 3-5 yumurta koyup, başka şeyler de alacakmış gibi marketin içinde dolanıp müşterinin gitmesini bekleyen birisinin bakışı, param yok ama utanıyorum demektir.
Sekiz, dokuz yaşlarında gösteren, aslında on iki yaşında olduğunu sonradan öğrendiğim çelimsiz kız çocuğu, annesinin sonradan evlendiği eşinden olan, iki küçük kardeşiyle birlikte akşama kadar dolaşır, evin alış verişini de marketten taşırdı, bazen peşin bazen veresiye. Bir gün elinde defterden yırtılmış bir kâğıda annesinin yazdığı mektupla geldi kâğıdı verdi. O ne olur hayır deme bakışını hala unutamam. Bütün evin sorumluluğunu taşımaktan omuzları çökmüş o kız çocuğuna hiç kıyamazdım.
–Birde; gece müşterinin az olduğu, marketin kapanmasına yakın (kışın on yazın on ikiye doğru)zamanda gelenler vardı. Onların bakışları ve tavırları “hele yazma da görelim, adet yerini bulsun diye yaz diyorum” anla demekti. Tabii ki bunlar her zaman olan şeyler değildi ama çok tedirgin ediciydiler.
Çoğunu, yüzümde bir gülümsemeyle anımsadığım hissi kayıtlar tutmuş ve biriktirmişim.
Fatma Ayhan Haziran 2022