Canım İstanbul, Kalpazan Kent – Prof. Dr. Haluk Şahin “SOKAK” Yazıları…

   Bundan 20 yıl kadar önce bir gazeteci grubuyla Çin’e gittiğimizde, arkadaşlar özellikle Şanghay’ı heyecanla bekliyorlardı. Bunun başlıca nedeni, hediye olarak almak istedikleri saatlermiş. Meğer dünyanın dört bir yanında karşımıza çıkan marka saatlerin sahtelerinin başlıca pazarı burasıymış.  Rolex, Patek Phillipe, Piaget…  Ne ararsan bulunurmuş.

Yayınlama: 17.03.2025
144
A+
A-

 

Bodrum-25-26-Kampusumuze-Bekliyoruz-bahçeşehir
Turgutreis_Kampus_şubat-2025_Erken Kayit
vodafon_içkale_19_şubat_2024
bodrum-sokak-haber-youtube-abone
previous arrow
next arrow

Ben de saatleri severim. Saat pazarına giderlerin peşine takıldım. Bir meydanda durduk, burası dediler.

Meydanın ortasında kocaman bir levhada “Telif ve marka haklarına saygılıyız” yazıyordu.  Yani:  “Biz kalpazan değiliz!”

Biraz dolaştım, dükkanların kapı önlerindeki tezgahlarda sıradan Çin saatlerinden başka bir şey yok.  Herhalde yanlış yerdeyiz diye düşünürken biri yaklaştı, “İyi saat mi arıyorsunuz? Takip edin,” dedi.

Öyle yaptık.  Az ilerde, sıradan bir kapıdan içeri girdik ve karşımıza bir saat cenneti çıktı.  Camekanlı dolaplar tıklım tıklım doluydu.  İstediğiniz markanın yılını ve farklı modelini isteyebiliyordunuz.

Yok yoktu, daha doğrusu kalpazanlıkta sınır yoktu.

Bir yandan, marka takıntısına ve züppeliğine öteden beri sinir olduğumda memnun oldum, öte yandan sosyalist devrim geçirdiğini iddia eden bir toplumun bu gibi yıllara başvurmasını yadırgadım.

Saatleri hala seviyorum.  Ama konu sahte markalar olunca içsel paradoksum devam ediyor: Marka züppeliğine düşman yanım kabarıyor, aşırı dürüst tabiatım ise rencide oluyor!

YENİ BAŞKENT…

Bunları geçen gün Aksaray’dan Beyazıt ve Tahtakale üzerinden Eminönü’ne doğru yürürken hatırladım.  Aman Tanrım, neler neler olmuştu!  Kalpazanlık sokaklardan gürül gürül akıyordu.

İlk gençlik yıllarım oralarda geçti.  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okudum.  Aksaray’da, Fatih’te, Malta’da oturdum. Laleli’yi, Veznecileri, Gedikpaşa’yı sokak sokak bilirim. Daha doğrusu bilirdim.

Şimdi ana yollar, yan yollar, çıkmaz sokaklar tıka basa tezgahlarla dolu.  Dünyanın en ünlü giysi markaları işportada inanılmaz fiyatlarda satılıyor.  Hemen tüm dükkanlar açık hava tezgahına dönüşmüşler.

Her yer kıpır kıpır kalabalık…  Onda dokuzu yabancı.  Daha çok Asya, Afrika ve Balkan ülkelerinden oldukları anlaşılıyor.  Buraların Laleli bavul turizmi pazarı haline dönüşümünün ilk evrelerini hatırlıyorum.  O zaman bavullarıyla gelenler daha çok Islav ve Orta Asya kökenliydi.

Şimdi burası tam Babil Kulesi… Yetmişiki millet!

Patrona Halil Hamamı ve pembe Fen Fakültesi yerinde duruyor ama biraz dinozorları andırıyorlar.

Neyse ki burada “Biz marka ve telif haklarına saygılıyız!” türünden bir riyakarlık tabelası yok:

Marka da neymiş, çalıyoruz, yapıyoruz, satıyoruz arkadaş!

İNSAN PANAYIRI…

İstanbul’un niçin artık dünyanın en fazla turist çeken kenti olduğunu anlıyorum.

İnsanlar buraya sahte eşya almaya ve insanlığı görmeye geliyorlar!

Canım İstanbul, kalpazankent!

Bunu bir küfür gibi söylemiyorum.  “Ulan hergele!”  ya da “Hadi iyisin gene kart aşifte” der gibi sevecenlikle söylüyorum.

Geçmişte de birçok kez baskına uğradığı zamanlar olmuştur.   Bizans, Osmanlı, Cumhuriyet…    Kocakent hepsini bir şekilde “hal”letmiştir.  Diz çökmüş ama düşmemiştir.

Bolşevik Devrimi’nden kaçanlar mücevherlerini bu kentin dükkanlarında satmıştır.

Çoğumuzun ataları Kırım ve Balkan soykırımlarından kaçıp göçerken önce burada cami avlularına inmiştir  (Ana tarafım).

Sırtına yorganını vuran yoksul Anadolu köylüsü buranın sokaklarını arşınlamıştır (Baba tarafım).

Yalnızca yedi tepeli değil, aynı zamanda dokuz canlıdır:  Kedi gibidir.

Kedileri sevmesi ve Catstanbul diye anılması belki bu yüzdendir.

Munis ve azgındır.

Gerektiğinde kalpazandır!

Bodrum-25-26-Kampusumuze-Bekliyoruz-bahçeşehir
Bodrum-25-26-Kampusumuze-Bekliyoruz-bahçeşehir
previous arrow
next arrow
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.