Boykot: Sessiz Direnişin Gücü – B. Çağlar Ergin “Sokak” yazıları…
Tüketmek… Modern çağın en yaygın ve en sessiz eylemi. Ne yediğimiz, ne giydiğimiz, nerede konakladığımız, hangi hizmeti tercih ettiğimiz; hepsi birer seçim. Ama bazen, asıl güç bir şeyi seçmekte değil, onu reddetmekte gizlidir.
İşte tam burada boykot devreye girer: Sessiz ama etkili bir direniş biçimi.
Bugün tüketici kararlarının şirketleri ve hatta devletleri yönlendirdiği, milyonlarca insanın bu kararları dikkatle izlediği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada boykot yalnızca bir alışveriş tercihi değil, aynı zamanda güçlü bir duruştur. Peki bu duruşun tarihi ne kadar geriye gidiyor? Gerçekten işe yarıyor mu? Ve biz, birey olarak bu gücün neresindeyiz?
“Boykot” kelimesi, 1880’de İrlanda’da yaşanan bir olayla literatüre girdi. İngiliz toprak sahibi Lord Erne’nin emlak yöneticisi Charles Boycott, kira indirimi isteyen köylülerin taleplerine kulak asmayınca, karşısında olağanüstü bir toplumsal dayanışma buldu. Köylüler onunla çalışmayı reddetti, kimse ona hizmet vermedi, tamamen dışlandı. Olay o kadar ses getirdi ki, onun soyadı artık tüm dünyada tüketmeme ve dışlama eylemini tanımlar hale geldi: Boykot.
1930 yılında, İngiliz yönetiminin tuz üzerindeki tekeline karşı Hindistan’da başlatılan direniş, yalnızca ekonomik değil, sembolik bir boykottu. Gandhi önderliğinde binlerce insan, tuz üretme hakkını barışçıl bir şekilde geri almak için yürüyüşe geçti. Bu, sadece tuz için yapılan bir yürüyüş değil, bağımsızlık için verilen mücadelenin bir parçasıydı. Gandhi’nin sözleriyle: “Önce seni görmezden gelirler. Sonra seninle alay ederler. Sonra seninle savaşırlar. Sonra sen kazanırsın.” Boykot, işte bu değişimin ilk kıvılcımıdır.
1950’lerin ortasında, bir kadının otobüste yerini vermemesiyle başlayan protesto, kısa sürede kitlesel bir ulaşım boykotuna dönüştü. Yıl boyunca binlerce insan toplu taşımayı kullanmayı reddetti. Bu kararlılık, yalnızca bir hizmetin boykot edilmesini değil, bir sistemin sorgulanmasını sağladı.
Sonuç: ayrımcılık yasalarında köklü değişiklikler. Boykot, burada bir pasif direniş değil, aktif değişim aracına dönüştü.
20.yüzyılın sonlarına gelindiğinde, bazı rejimler ve sistemler, yalnızca iç baskılarla değil, dünya halklarının uyguladığı kültürel, ekonomik ve diplomatik boykotlarla da değişime zorlandı. Bunlardan en dikkat çekeni, Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı yürütülen küresel boykotlardı. Ülke, uluslararası spor müsabakalarından dışlandı, kültürel etkinliklerden tecrit edildi ve ekonomik yaptırımlarla baskı altına alındı. Bu küresel dayanışma, ırkçı rejimin çöküş sürecine önemli katkı sağladı. Boykot, burada yalnızca bireylerin değil, toplulukların ve ulusların da başvurduğu güçlü bir yöntemdi.
Bugün bir ürünü ya da hizmeti boykot etmek için fiziksel eylemler yapmaya gerek yok. Bir etiket, bir paylaşım, bir çağrı yeterli olabiliyor. Ancak bu yeni biçim, beraberinde yeni zorluklar da getiriyor: Boykotlar artık daha hızlı başlıyor, ama daha çabuk da sönümleniyor. Gerçekten bir bilinçle mi yapılıyor, yoksa sadece gündemi takip etmek için mi? Sorulması gereken soru bu.
Boykot, güçlüdür. Çünkü sessizdir. Ve sessizlik, bazen en yüksek ses olabilir. Ancak boykotun etkisi, sadece eylemde değil, sürekliliğinde yatar. Kısa vadeli bir tepki değil, uzun vadeli bir bilinç hâline gelmedikçe etkisi sınırlı kalır. Herkesin boykot ettiği şeyi boykot etmek kolaydır. Ama herkesin tükettiği şeyi vicdanla reddetmek, gerçek gücü gösterir.
Boykot, aslında bireyin en demokratik hakkıdır.
Bir ürünü reddetmek, bir markayla ilişkiyi kesmek, bir sistemle araya mesafe koymak… Bunların her biri bir duruş ifadesidir.
Ve her duruş gibi, biraz yalnızlık, biraz sabır ve çokça bilinç gerektirir.
Tüketmemek, çoğu zaman fark edilmez.
Ama bilinçli bir şekilde yapıldığında, tarihe yön verebilir.
Çünkü bazen en büyük değişim, bir şeyi yapmamaya karar vermekle başlar.