Atatürk’ün Öğretmenleri – Hatice Yücel “Sokak” Yazıları
166 yıllık öğretmen yetiştirme kurumlarında 16 Martların, 17 Nisanların, 24 Kasımların öğretmenlerin gününe vurdukları damgalar önemlidir!
En temel “insan hakkı” olan eğitim, dünyadaki çirkinlikleri değiştirmek için en etkin güçtür. Bu görevin başrol sanatçısı ise öğretmendir. Ülke savunmasıyla eş değer olan bu kutsal iş, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar yetiştirmek” gerekliliğinin iyi yapılmasıyla sağlanır.
Cumhuriyet’in ilk on yılında %10’u bile okuma yazma bilmeyen bir halk “eğitim birliği” ve “harf devrimi” yasalarıyla aydınlığa çıkmıştır. Öğretmenler, Cumhuriyet ilkelerini taşıyarak halkçılık ilkesiyle bütünleştirmiş; laik, demokratik, bilimsel ve yaygın bir eğitim sisteminin öncülük görevini üstlenmişlerdir; “… candan açtık cehle karşı bir savaş/ Öğren, öğret hakkı halka/ Durma koş…” marşındaki gibi ant içerek!
1946 sonrası birçok alanda olduğu gibi eğitim politikalarındaki değişimlerle sistemde zikzaklar yapıldı. Öğretmenlerin özgürlük alanı daraltıldı. İdealist öğretmenler siyasilerin atış tahtası oldu. Küreselleşmenin getirdiği zorlamalar da eklenince durum kötüleşti.
Son yirmi yılda Millî Eğitim Bakanlığı makamında yapılan dokuz değişiklikle, yirmi milyona yakın öğrencimizin ve 1,5 milyon öğretmenimizin yaşamı etkilendi. Sonuç olarak seksen beş milyonumuzun geleceği ile oynandı. Eğitimi dinselleştirip ticarileştirerek Türkiye’ye yılın maarif modelini yamadılar; yokluğun, yoksuzluğun, yasakların üstüne!
Acıdır ki 24 Kasım 2024 Öğretmenler Günü’nde yıllar öncesinde girilmiş bu kötü yolun çıkmazı içindeyiz. Ancak eğitimin doğasına aykırıdır çıkmazlar. Eğitimcinin karakterinde olamaz çıkmazlıklar. Umutluyuz her daim. Bize önderlik etmiş insanlarımız var, onların ektikleri fidanlar…
Belki aynı soyadını taşıdığımdan belki de şiir yazan oğlunu, resim yapan kızını kendisi kadar sevdiğimden. Ama en çok ana dilimize kazandırdığı 500 klasik eserin içinde olgunlaşan bir Türkçe öğretmeni olarak hayranlığımdan. Hasan Ali Yücel bunlardan biri. Yüksek Öğretmen Okulu çıkışlı bu insan sadece bir politikacı değil, bir felsefeci. Çağın en güzel yüzlü, en aydınlık bakışlı maarif müfettişi. Yedi yıl maarif vekilliği yapmış Yücel’in en büyük mirası da kurduğu Köy Enstitüleri…
Köy Enstitüleri’nde yetişen öğretmenlerden biri eşim Ali İhsan Yücel. O da birçok öğrenciye önderlik etmiş Anadolu’nun farklı köşelerinde. Onun dilinden aktaracağım küçük anısı eğitim çıkmazında bir iz olsun esin veren:
“Yıl 1956, aylardan Eylül. 18 yaşında Antalya’dan ötesini görmemiş bir köy öğretmeniyim. Kurayla belirlenen ilk atamam Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Hani nahiyesinin dört yüz kişilik bir köyüne çıktı. Ne o yolları ne o yerleri biliyorum, olsun… Bütün köyler bizim değil mi? Atatürk’ün öğretmenleri değil miyiz?
Diyarbakır’a ulaştığımda köye atanan ilk öğretmen olduğumu, henüz okul binasının olmadığını öğrendim. Köyüme üç günde ulaştığımda görevimin çok zor olacağını gördüm. Olsun, bize zoru nasıl yeneceğimiz öğretilmişti altı yıl boyunca. Uzaktaki köy de bizimdi, zorluklarla mücadele de…
Derslere 10 kız 20 erkek çocukla, dut altı gölgelikte başladım. Elde mandolinim, dilde türküler ve oyunlarla… Sonradan ben onlara Türkçe, onlar bana Zazaca öğretti. Komşu köyün öğretmeni ve nahiyede okuyan bir öğrenci yardımcı öğretmenlerim. Tuvaletimiz cami avlusunda. Sonra onu da çamurdan kendimiz yaptık.
Kış gelince kaldığım evin bir odasını sınıfa çevirdik. İnşaat atıklarından sıralar, masa, dolap… derken al sana okul!
Aybaşı 148 TL maaşımı aldım. Onunla okulun eksiklerini tamamlamalıyım. Kendi evimi donatıyorum sanki. Köye dönüşte bindiğim açık kamyonun arkasında kucağımda çerçeveli Atatürk resmi, Bayrak, İstiklal Marşı, karatahta, tebeşir, sağlık dolabı, içinde acil sağlık malzemeleri…Çok heyecanlıyım. Derdim Atatürk resmini kırılmadan okula taşımak. Sanki başıma gelecekleri bilir gibi aksi bir kaza sonucu kamyon devriliyor. Kendime geldiğimde Atatürk bana bakıyor, gülümseyerek… Köy kahvesine varınca kahveci elimden çerçeveyi alıp resmi ters koydu bir köşeye. Ürperdim. Onu görmek istemeyenlerden korkuyor olmalıydı.
Eksik gedik okulumuzu düzenledik. Çocukların taşıdıkları odunlarla yaktığımız sobayla ısınarak kışı geçirdik. Bahara ulaşınca doğa gibi yeşerdik yeniden. 23 Nisan şenliklerine katılmak için izin almaya gittiğimizde nahiye müdürü izin vermedi. Oysa mandolin eşliğinde öğrencilerimle ne güzel folklorik oyunlar hazırlamıştık. O gün daha kötü bir haber beni köyden de kopardı. Fethiye depremi olmuş, evimiz zarar görmüştü. Derhal doğduğum köye dönmeliydim.
Beni uğurlamaya gelen köylülerden Emine Fidan’ın annesi cebime bir şeyler koydu. Sonra kulağıma eğilip “Ne olur Emine’yi de götür öğretmen, yoksa babası alıp evlendirecek başlık parasına. Götür, okut onu!” dedi. Emine’nin annesinin ürkek fısıltısı öğretmenliğim boyunca hiç çıkmadı içimden.
O zamanın 40 bin Anadolu köyünden kim bilir daha hangi fısıltılar yitti gitti. Fısıltılar çığlıklara döndü, çıkmazın içinde büyüyor.
Benim sesim acı bir feryat değil bugün. Bir selam duruşu kara göklerin yıldızlarına! Bugünümüze, yarınımıza ulaşan o yüreklere, ellere, emeklere… Dilimizi, okumayı, yazmayı, düşünmeyi, öğrenmeyi, sanatı, bilimi, erdemli insanlar olmayı öğreten öğretmenlere… Yücelleri unutmayanlara, ödün vermeden ideallerini yaşatanlara…
Görevlerini özgürce, dirençle yapanlara “Atatürk’ün öğretmenleriyiz” haykırışı!
Günün kutlu olsun öğretmenim!
Hatice Yücel, Eğitimci – 20 Kasım 2024, Bodrum