Suriye Kırılması: Kimler Kazandı, Kimler Kaybetti? Ya Türkiye?
Tarihsel bir kırılma noktasında olduğumuzu geçen hafta Suriye’de yaşananlar açıkça gösterdi. Her şey herkesin beklediğinden de hızlı oldu, kentler iskambil kağıtları gibi devrildi, en son taş da zaten yerinde değildi.
Kim kazandı kim kaybetti türünden sağlıklı bir değerlendirme yapmaya fırsat kalmadı. Her kafadan bir ses çıktı, çoğu kez taraflar hep söylediklerini tekrarlamakla yetindiler. Belli ki ağızlarından çıkanlara artık kendileri de inanmıyordu.
Bence, Pirus zaferlerini saymazsak, kazanan olmadı. Bu da yaşadığımız kırılmanın büyüklüğünü gösteriyor. Adeta İkinci Dünya Savaşı’nın sonu gibi bir noktadayız. Yeni bir küresel düzen kurup, her şeyi yeniden inşa etmek gerekiyor.
Kimin Düzeni?
Bunu yapması gereken aktörlerin böyle bir şeye takati var mı emin değilim.
1945’te muzaffer, dinç ve kendinden emin bir ABD vardı. Şimdi onun yerini gerilediğini itiraf eden ve “eskisi gibi” olmak isteyen bir Amerika aldı. Trump’ın seçim sloganı da tam böyle değil miydi: “Amerika’yı Yeniden Büyük yapacağız!”
Avrupa, Nilgün Cerrahoğlu’nun dediği gibi ikinci “Belle Epoque”un yani “güzel günler”in bitmiş olduğunu anlamanın şokunu yaşıyor. İki lokomotofi, yani Almanya ile Fransa hasarlı ve bozuk. Treni çekecek halleri yok!
Büyük Savaş’ta kanıyla ateşi söndürmüş olan fedakar ülkenin yerinde Ukrayna tuzağına düşüp kan kaybetmiş bir hasta var; Rusya’dan söz ediyorum. Kendisine muhtaç piyonu Suriye’nin yardımına bile gidemiyor…
İran da öyle. Ki yenilgi listesinin en tepesine konabilir: Hava savunma sistemi ve cephedeki ortakları Hamas ve Hizbullah İsrail tarafından sistematik olarak yok edildi. Zaten, belli ki, çağdışı yönetim sistemi çağın gereklerine yön vermeye yetmiyor. Bugün Suriye’nin başına gelenin yarın onun başına gelmesi kimseyi şaşırtmayacak.
Gazze sınavı İslam Dünyası’nın ve ümmet dayanışmanın boş efsaneler olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koydu. Belli ki lafla peynir ya da silah gemisi yürümüyor. Belli ki, gereken insani altyapı yoksa, petrol paraları din kardeşlerini öldürmek için “kafir”den silah almanın ötesinde bir işe yaramıyor.
Ya İsrail? Kazandı mı?
İronik gelebilir ama, ben bölgedeki son 13 aylık savaşın asıl mağlubunun İsrail, Siyonizm ve Netanyahu olduğunu inanıyorum! Suriye’deki düşman rejim yıkıldı, Hamas ve Hizbullah paramparça edildi, Lübnan yıldırıldı, İran savaşamaz hale getirildi ama İsrail Golan Tepelerinden daha önemli bir tepeyi kaybetti: Ahlaki haketmişlik tepesini!
Hitler mezalimi ve soykırımı nedeniyle çok çekmiş olan Yahudilerin ahlaki bir ayrıcalığı, insanlıktan bir alacağı olduğu kanısı yaygındı. Yaptıkları kötülükler “Garibanlar, ne yapsınlar, soykırıma uğradılar,” diye sineye çekiliyordu. Gazze’de işledikleri suçlardan sonra bu ayrıcalık sona erdi.
Artık hakkında tutuklama kararı olan bir Başbakanı ve insan hakları kurumlarınca onaylanmış “soykırımcı” damgası olan bir devletten söz ediyoruz. Savaştaki başarıları onları temize çıkartmıyor!
Şunu da not etmekte yarar var: Siyonistlerin ve Netanyahu’nun kötülüklerine karşı Ortodoks Museviler, Müslüman halkların çoğundan daha sert bir mücadele verdiler, vermekteler…
İsrail halkının ilerici kesimi de öyle. Gösterilerinin sonu gelmiyor. O kesimin gazetesi Haaretz’in haber ve yorumlarına bakınca “Biz Türkiye’de bunu yapamazdık, işte gazetecilik bunun için var!” demekten kendimi alamıyorum.
Yani, aman dikkat; “Yahudiler” diye genelleme yapanlar ırkçılık tuzağına düşmüş olurlar.
Ya Çin diyenler olacaktır. Çin şu anda sahnenin kenarında sırasının gelmesini bekleyen gürbüz bir çocuğa benziyor. Daha çok sınavlara girmesi gerek.
Türkiye Kazandı mı?
Buna karşılık Türkiye genellikle “kazananlar” öbeğinde gösteriliyor. Özellikle İslamcı basında, cihatçı çetelerin konjonktürden yararlanarak Esad’ı bir solukta devirmesini Erdoğan’ın siyasi dehasının son örneği olarak görenler ve gösterenler var.
Bence o “deha”ya önümüzdeki günlerde çok ihtiyaç duyulacak. Çünkü Suriye’de olup bitecekler Suriye halkından sonra en çok bizi ilgilendiriyor. Bu ülkeyle 900 kilometre sınırımız, 600 yıl ortak geçmişimiz, 10 bin yıllık tarihsel yakınlığımız var.
5 milyon dolayında göçmen ve sığınmacının hatırını ve yorgunluğunu da unutamayız.
“Ev alma komşu al” derler, komşumuzun esenliği bize de yansıyacaktır. Yeter ki, oluşan boşluk iyi kullanılsın, yeter ki bu kez amaç iyi komşuluk olsun!