Homo telephonicus
Homo sapiens, malum bilge ve zeki insan demek. Bilgeliğimiz ve zekamız da, soyumuzun maymunsu yaratıklardan ayrışmaya başladığı 7 milyon öncesinden gelen bir evrimin ürünü. Zihnin gelişiminde, iletişimin çok önemli bir yeri var. İnsanı hayvandan ayıran en önemli özellik, hayvanlarınki ile karşılaştırılamayacak derecede karmaşık bir iletişim oluşturabilme yeteneği. Homo sapiens’in diğer insan türleri üzerinde tesis etmiş olduğu hakimiyeti, onların yaklaşık 100-150000 yıl önce konuşarak da iletişim kurabilmesinin yarattığı üstünlüğe atfedenler çok. İnsanların bir toplum olarak hareket edebilmesi ancak etkin iletişim ile mümkün, ve bu iletişimin türü, toplumsal bağların hem gücünü hem de özelliklerini belirlemekte etken oluyor.
Bizi biz yapan şey evrimin zihnimizde oluşturduğu olağanüstü iletişim kabiliyetimiz olduğunu söylemiştik. Yani, homo sapiens sosyal bir yaratıktır, ve beynimiz de bu amaca yönelik olarak gelişmiştir. Çok değil, yaklaşık 35 yıldır biliyoruz ki, beynimizin ön bölgesinde yer alan ve ayna nöronları denilen özel sinir hücreleri bu yeteneğimizin nörofizyolojik temelini oluşturmaktadır. Bir bireyin yaptığı hareketi izleyen diğer bir bireyin beyninde oluşan ayna nöron aktivitesi, o hareketi kendi yaparken oluşan aktivite ile benzeşmektedir. Bu ayna nöron ağları o kadar çeşitlenmiştir ki, karşıdaki bireyin hareketinin amacı, hatta gözlenen harekete konu olan nesnenin değeri bile gözleyen bireyin belirli ayna nöronlarının aktivitesi olarak temsil edilebilmektedir. Ayna nöronlarının, insanlar arasındaki bu faaliyet paralleliği sadece motor konular ile sınırlı değildir. Araştırmalar göstermektedir ki, başkalarının düşüncelerini, duygularını ve duyumlarını, ayna nöronlarımız sayesinde kendimiz benzer zihinsel durumlar yaşarcasına simüle etmek sureti ile anlayabilmekteyiz. Dolayısı ile, beynimizin ayna nöronal aktivitesi yeni yetileri kavramamızda, bilgi sqhibi olmamızda, etrafımızdakiler ile empati kurabilmemizde, hatta başkalarının eylemlerinin nedenini anlamamıza yardımcı olmakta çok önemli rol oynamaktadır.
Özetle, bizler ancak beynimizdeki, evrimin ürünü nöronal yazılım sayesinde bir sosyal alan yaratabilmekteyiz. Ancak, bu aplikasyon duyularımızın verisini gerektirmekte. Vücut dili, karşımızdakilerin yüz ifadesi, rengi, sesinin tonu, v.b. gibi. Bizden çok farklı da olsalar da başkalarını kavrayabilmemiz, sağlıklı bir toplum için çok gerekli olan çeşitliliğin ortaya çıkabilmesi, bireyler arasındaki bu doğal iletişim şartların yeterince oluşabilmesine bağlı. Ama, iletişim gittikçe bu doğal öğelerinden soyutlanır ve internetin yarattığı, görmediğiniz, işitmediğiniz ve tanımadığınız insanlarla oluşan sanal ortam içine sıkışır ise elbet durum değişiyor. Anlayış, empati, tolerans gibi zihinsel durumların yaratılması için gerekli doneler oluşamadığı için beynimizin bunları ortaya çıkarma imkanı da kalmıyor. Beynimizin, bazı filozofların zannettiği gibi, dünyaya anlam vermek gibi bir işlevi yoktur. O sadece bireyin hayatta kalabilmesini sağlamak için evrilmiştir. Dolayısı ile, beynimizin kararsız durumları hiçbir zaman tercih etmez, zira her zaman yaşam için gerekli şartların acilen sağlanması gerekebilir. Doğanın yüzbinlerce yıllık evrim sonucu beynimizde oluşturduğu iletişim donanım ve yazılımının çalışması için gerekli verinin bir telefon ekranına bakarak birine cevap vermeye çalışan bir bireyin zihninde oluşabilmesi çok zordur. O zaman, acilen sonuç almak durumunda olan beynimizde, evrimin daha ilkel nöronal devrelerinin hakim olacağını söyleyebiliriz, ve verilen cevap da çoğu zaman incelikten, anlayıştan ve sosyal değerlerden uzak olur. Bu durum homo sapiens yerine artık bir başkasının, homo telephonicus’un geçmekte olduğunun bir habercisidir. Sosyal medya guruplarında insanların daha agresif, düşüncesiz ve kaba iletişim kurabilmelerinin nedenini, doğal iletişim ortamının dışına çıkmış olmaları ile izah edebiliriz.
Ama olayın bir de toplumsal boyutu var. Internette enformasyon bir kamusal ortam oluşturamadan kişiler arasında yayılmaktadır. Özel bir alanda oluşmakta ve özel alanlara dağılmaktadır. Böyle ağların toplumsal bir boyutu yoktur. Bu ortamda yetişenler doğal etkileşim ile değil, sanal yaşantı içinde geliştiklerinden, farklı kişiler ile başa çıkma, beraber yaşama yeteneğini de geliştirememektedirler. Örneğin, politik alanda olmasa bile bireysel özgürlükleri en gelişmiş ülkelerden biri Güney Kore, ileri ülkeler arasındaki, kırk yaş altı en büyük intihar oranına sahiptir. Öte yandan, Amerikadaki araştırmalar gösteriyor ki, TikTok takıntısı çocuklarda öğrenme için gerekli konsantrasyon kaabiliyetinin oluşmasını engellemektedir. İnsanların önemli bir zamanını harcadığı sosyal medya yargılamak, tenkit etmek etmek ve bireyselcilik üzerine kuruludur. Homo telephonicus olarak yetişmiş olan bir birey, sosyal birliktelik nosyonları yeterince gelişemediği için yanlızdır; toplumsal değerleri de ıskalamaktadır. Demokrasinin kelime anlamının halkın gücü olduğunu düşünürsek, toplumu bir arada tutabilecek tarihi, kültürel ve sosyal değerlere sahip çıkılmasının bu rejimin asgari şartı olduğunu kabul etmek gerekir. Ama bir toplulukta homo telephonicus’lar çoğunlukta ise eninde sonunda otokrasinin pençesine düşülmesi tehlikesi çok büyüktür.